Bugun...


kostasalto

Bozcaada’da yaşayan Merve ve Haluk’un hayatı belgesel oldu
Bundan 2,5 sene önce Bozcaada’ya yerleşen Merve ve Haluk çiftinin hayatı belgesel oldu. Hayat Bazen isimli belgesel BIFED kapsamında 14 Ekim Cumartesi günü Halk Eğitim Merkezi’nde gösterilecek. Yavuzer çifti ve belgeselin yönetmeni Cem Hakverdi ile ‘Hayat Bazen’i konuştuk...

Mobil Reklam

Bozcaada’da yaşayan Merve ve Haluk’un hayatı belgesel oldu
+ -
Bozcaada Bozcaada Haber Madam

İstanbulun keşmekeşinde yıllarca plazalarda, trafiğin içinde, insan yığınlarının arasında beyaz yakalı olarak çalışan Merve ve Haluk'un hayali İstanbul’dan ayrılmaktı. Onlar 2,5 sene evvel hayallerini plana, planlarını da gerçeğe çevirip adaya yerleştiler.

İstanbul’dan ayrılma kararını verdikleri gün arkadaşları Cem Hakverdi’nin aklına bu süreci belgesel yapma fikri düşmüştü. Sabırla, sık sık Bozcaada’ya gelerek, iki sene boyunca Merve ve Haluk’un bu yeni hayatlarını kayıt altına alan Hakverdi kısa süre önce ismini “Hayat Bazen” olarak belirlediği belgeselini tamamladı.

11-15 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) kapsamında Panorama bölümüne kabul edilen belgesel, 14 Ekim Cumartesi günü saat 13.00’da Halk Eğitim Merkezi’nde gösterilecek. Filmin yönetmeni Cem Hakverdi de film sonunda izleyicilerin sorularını yanıtlayacak.

Biz de belgesel gösterime girmeden hem yönetmen Cem Hakverdi ile, hem de adadan arkadaşlarımız Merve ve Haluk Yavuzer çiftiyle ada günlerini, İstanbul’dan ayrılma süreçlerini ve ‘Hayat Bazen’i konuştuk. 

 

‘Hayat Bazen’ neyi anlatıyor?

Cem Hakverdi: Bu gitme hali benim kafamı çok kurcalıyor. Kentlerde yaşayan insanlar olarak gitmek için hepimizin farklı nedenleri var. Kimisi kalabalıktan sıkılmış, kimisi betonlaşmadan. Kimisi kentte kendisini güvende hissedemiyor, kimisi de sadece sakinliğin peşinde. Benim en çok merak ettiğim şey bu gitme sebepleri değil, gidince tam olarak ne olduğuydu. Bir yerlere gitmek demek sahiden bir şeyleri değiştirmek demek oluyor mu? Ne kadarından gerçekten kurtulabiliyorsun? Ya kaçtığın şeyler orada da varsa? Yıllardır kente özgü bir takım alışkanlıkların var, bunları ne yapacaksın? O meşhur şarkının sözlerinde olduğu gibi “bu şehir arkandan gelecek mi?” Tabii çok önemli bir şey daha var; gittiğin yer seni kabul edecek mi? İnsanıyla, rüzgarıyla, toğrağıyla, suğuyla… Birbirinize alışabilecek misiniz? İki yıl süreyle yaptığım çekimlerde bu sorulara yanıt aradım. Belgesel de bu ana soruların yanıtları etrafında dolaşıyor. Tabii başka şeylerin de…

 

Sizin İstanbul’dan kaçma nedenleriniz neydi?

Haluk Yavuzer: İstanbul’da sosyal yaşam da, iş yaşamı da problemlerle dolu. Her sabah, tıpkı bir robot gibi, erken saatte uyanmak, iş yerimize ulaşmak için saatlerce trafik çilesi çekmek, verdiğimiz emeğin karşılığını alamadığımız, hava bile almayan plazalarda çalışmak sabrımızı taşırmaya başlamıştı. Kentsel dönüşüm projelerinin koca şehri dev bir şantiyeye çevirmesi, avuçiçi kadar kalmış orman alanlarının yok edilmesi, park ve bahçe adı altında beton zeminli, süs çiçekli yaşam alanlarının oluşturulması bizi inadına doğaya itiyordu. İnsanların gittikçe birbirinden uzaklaşması; yolda giderken gördüğümüz mutsuz suratlar, kaygılı bakışlar bizi şehirden uzaklaştırdı. Ve günün sonunda İstanbul’da yaşamaktan vazgeçtik!

 

Cem'den böyle bir öneri geldiğinde ilk tepkiniz ne oldu? 

Merve Yavuzer: Genelde olanlara çok tepki vermemeye çalışıp sakinliğimi korumaya çalışsam da çok heyecanlanmıştım. Sonuçta benim utangaçlığım ve kendimle ilgili kaygılarımdan çok daha önemli olan bir fikir vardı ortada. Arkadaşımız aldığımız karara bizim kadar heyecanlanmış ve inanmış, hatta üretime geçecek. Ben nasıl karşı durabilirim!

 

Peki, bir belgeselin fikren ve oyunculuk anlamında ana konusu olmak nasıl bir duygu? Birilerine ilham olacak mı sizce?

Merve Yavuzer: Bence çok ürkütücü. Sonuçta ortada bir oyunculuk yok, bize eşlik eden bir kamera ve ses kayıt cihazı var. Hayatımızın önemli bir dönemi ve bilinmezliklerden dolayı gergin olma ihtimalimizin de yüksek olduğu bir dönem. Bir sürü kaygım vardı. Ama Cem çok yakın arkadaşımız olduğu ve tüm süreç boyunca aramıza yabancı biri sokmadığından bir süre sonra o ruh halinden çıktım. Belgeselin birilerine ilham olmasını isterim tabii. Olacaktır da. Ama bu ilhamın illa kentten köye göç konusunda değil, hayatın belirsizliği ve ertelediklerimizle ilgili olmasını dilerim.

 

‘ASLINDA GİTMEK LAZIM BURALARDAN’

Belgeseli çekme fikri nasıl doğdu?

Cem Hakverdi: Haluk ve Merve yakın arkadaşlarım. Bir akşam İstanbul’daki evlerinde otururken bana “sana bir şey söyleyeceğiz” dediler. Bizim konuşmalarımız genelde o tonda olmaz, onları heyecanlı gördüm. Birden bire “adaya mı yerleşiyorsunuz yoksa?” diye sordum. Hemen tahmin etmeme bayağı şaşırmışlardı. “Evet, biz gidiyoruz”u duyduktan sonra hemen aklıma bu sürecin filmini yapmak geldi. Bu göç meselesi benim çok önemsediğim, ilgimi çeken bir konu. Çevremdeki insanlardan birçok defa “aslında gitmek lazım buralardan” cümlesini duydum. Hep bir gitme lafı dolanıyordu, dolanıyor etrafımda. Fakat çok az insan bunu gerçekleştirebiliyor. Üstelik gitme hikâyelerinin kahramanları çoğunlukla belirli bir yaş ortalamasının üzerinde, büyük oranda emekli insanlar. Son zamanlarda bizim yaşlarımızda, yani 30’lu yaşlarda bir yerlere gitmeler çoğalmış olsa da durum hala böyle. Yakın arkadaşlarımın bu yolcuğu üzerinden bütün bu sorulara yanıt aramak bulunmaz bir fırsattı.

 

Haluk, daha önce turist olarak geldiğin adada önce yerleşik/ikamet eden biri oldun. Şimdi de bir belgesele konu olma hali var ortada. 3 yılda değişen bu süreç için ne söylersin?

Haluk Yavuzer: Hayat bazen enterasan gelişmelere gebe! 3 yıl önce hayatımızda her Pazartesi günü yapılan gergin satış toplantıları, tüm hafta boyu süren gerginlikler, bitmeyen mesailer, stres ve ruhen yaşanan yorgunluklar vardı. Şimdi toprak var, deniz var, stressiz bir yaşam ve dolayısıyla yaşanan mutluluklar var. Geldiğimiz noktada verdiğimiz karardan pişman değiliz. Gelecek ne getirir bilinmez ama şu an geldiğimiz yerden de, verdiğimiz karardan da oldukça memnunuz.

 

Çekimlerde kurgu var mıydı, yoksa her şey kendi halinde mi gelişti?

Haluk Yavuzer: Çekimlerde ne bir kurgu ne de bir senaryo vardı. Bu bizim için iyi bir şeydi çünkü biz oyuncu değiliz J Ama Cem açısından konu biraz farklıydı sanırım. Düşün ki bir belgesel filmi çekmeye başlıyorsun; sürecin nasıl ilerleceği belli değil, filmin sonu nasıl olacak belli değil. Her şey hayatın olağan akışında ilerliyor. Yani kısaca söylemek gerekirse, biz verdiğimiz karar doğrultusunda yaşamaya devam ettik, Cem de yaşananları kayıt altına aldı.

 

Sence belgeselde eksik kaldığını düşündüğün bir sahne veya olay oldu mu?

Haluk Yavuzer: Filmin yönetmeni 2 yıl boyunca bizimle yaşamadı. Evet, çok sık gidip geldi ama neticede Cem’in ayrı bir hayatı, bizim ayrı bir hayatımız var. Ama yaşadığımız sürecin ana hatlarının, virajlarının ve dönemeçlerinin filme yansımış olacağını tahmin ediyorum.

 

‘ADA ÇOK AZ ŞEY VARKEN ÇOK DAHA GÜZEL’

Cem, çekimler için sık sık Bozcaada'ya gidip-geldin. Bu süre içinde adaya bakış açın değişti mi?

Cem Hakverdi: Ben adada hiçbir zaman turist olmadım. Hatta gittiğim hiçbir yerde turist olmak istemedim. Turist olmak yerine seyyah olmak benim için çok daha heyecan verici oldu hep. Bu nedenle adayı az ya da çok tanıyordum. Fakat bu belgesel sayesinde mekanlara, kişilere ve hatta zamana daha dikkatli bakma fırsatım oldu. Adada geçen zamandan bahsediyorum tabii. Bu da bakış açımda değişikliklere neden oldu. Her ne kadar gittiğiniz yeri ve gittiğiniz yerdeki insanları tanıma arzusuyla hareket ediyor olsanız da, sadece yazın yaptığınız 1 haftalık tatiller ve sosyal medya üzerinden dolaşan fotoğraf üzerinden bunu gerçekleştirebilmeniz mümkün değil. Ben Bozcaada’nın ne olduğunu daha çok kış aylarında yaptığım ziyaretlerde anladım. Yazın serinleten rüzgar kışın iliklerinizi donduruyor. Bu feribot kaçarsa diğeriyle geçerim gibi bir şansınız olamıyor. Çünkü sefer aralıkları oldukça seyrek. Yılın büyük bir bölümünde elde ne varsa onunla yetinmek zorunda kalıyorsunuz. Sadece yemek veya içmek değil her türlü aktivite ve geçirilecek zamandan bahsediyorum. Büyük bir sınırsızlığın içinde aynı zamanda çok da sınırlısın. Büyük bir çoğunluğun aksine ben daha çok kış aylarında seviyorum adayı. Yazın herkeste “daha çok” hırsı var. Bence bu diğer her şeyde olduğu gibi adaya çok zarar veriyor. Daha fazla pansiyon, daha fazla masa, daha fazla satış ve daha fazla olan diğer her şey  beraberinde büyük bir kalitesizliği getiriyor. Bence ada çok az şey varken çok daha güzel.

 

Belgeseli bitirdiğinde elde ettiğin sonuç, çekmeye başlarken düşündüğün gibi mi oldu?

Cem Hakverdi: Bu yaklaşımda, gözlemci yöntemle hazırladığınız bir belgeselde sonunda ne olacağına dair net bir fikrinizin olması mümkün değil. Siz de tıpkı belgeseldeki diğer kişiler ve hatta onların yakınları gibi bir şeyleri yaşadıkça öğreniyorsunuz. Zaman ilerledikçe bazı tahminleriniz oluyor tabii ama bu film şöyle biter gibi bir yargıyla başlamanız çok mümkün değil. Ben hikâyenin nasıl biteceğinden çok bütün hikâyeyi nasıl toparlayacağım ve anlatacağım kısmına odaklanmıştım. Bu haliyle elde ettiğim sonuçtan memnunum. Umarım izleyenler de salondan memnun ayrılırlar.

 

‘BELGESEL ETKİLEYİCİ VE ACITACAK KADAR GERÇEK’

Merve, bu belgesel hakkında senin düşüncen ne? Kendini ekranda izleyecek olmak nasıl bir duygu?

Merve Yavuzer: Bence çok etkileyici bir belgesel. Acıtacak kadar gerçek. Ama aynı zamanda umut dolu. Birçok duyguyu barındırıyor. Ailem ve adada tanıştığım insanlarla hikâyemizi izlediğimi düşündüğümde ise çarpıntı tutuyor.  

Peki, ada günlerin nasıl geçiyor, her şey belgeselde aktarılıyor mu, yoksa fazlası da var mı?

Merve Yavuzer: Adada günlerim sürekli değişiyor. İlk senemizde çoğunlukla ev ve bahçede zaman geçirip dinlendim. İçe dönük biri olduğum için bunu seviyor ve sıkılmıyorum. Kışın asosyalliğinden sonra yaz iyi geliyor. Tam "yoruldum, sıkıldım" derken yaz bitiyor ve tekrar içe dönüyoruz. Bence adanın bu dengesi çok güzel. Geçtiğimiz kış dikiş ve terzilik atölyesinde tahmin edebileceğimden çok daha iyi zaman geçirdim. Yeni bir şey öğrenmek ve üretmek çok iyi hissettirdi. Bu sene de devam etmeyi ve ek olarak Haluk'la seramik kursuna başlamayı planlıyoruz. Belgeselde bu anlattıklarımın çoğu aktarılıyor.

 

‘EVİMİZİN MERKEZDE OLMAMASI BİR ŞANS’

Bu tip tarihe tanıklıklar için önemli olan ne?

Cem Hakverdi: Bence bu tip projelerde en önemli olan şey sabır. ‘Hayat Bazen’ için iki yıl boyunca farklı zamanlarda çekimler yaptım. İstanbul-Bozcaada arası çok sık gidip geldim. Çektiğim görüntülerin önemli bir kısmını kullanamadım. Hatta bazen çekilecek bir şey olmadığı zamanlar da oldu. Özellikle çekimlerin ilk zamanlarında neredeyse hiçbir şey olmuyordu. Fakat bekledikçe, onların hayatlarında bir şeyler değişmeye başladıkça hikâye oluşmaya başladı. Bu sürede hep beraber bekledik aslında. Merve ve Haluk da bana sabrettiler, hayatlarına aldılar. Karşılıklı sabrımız olmasa bu hikâyeyi anlatamazdık. Bunun dışında gereken her şey bir şekilde hallediliyor.

 

Bozcaada'da merkezden uzak bir hayat sürüyorsunuz. Bu tercih ettiğiniz bir şey mi, keşke merkezde olsaydık dediğiniz oluyor mu?

Merve Yavuzer: Evimizin merkezde olmaması bizim için bir şans. Çünkü şehir hayatının yoruculuğundan sonra ihtiyacımız olan doğa ile olabildiğince iç içe yaşamaktı. Yazın adanın en kalabalık zamanlarında da kışın terk edilmişliğinde de bahçeden çıkmadığımız sürece ada bizim için aynı. Yıldızları izlerken gözümüzü alan ışıklar yok. Doğanın ve bu doğayı paylaştığımız canlıların sesinden başka ses yok. Belki bir iki adımımızla bakkala, pazara ulaşamıyoruz. Ama bu da aslında iyi bir şeye sebep oluyor ve istediğimiz her şey elimizin altında olmadığı için muhtemelen daha az tüketiyoruz.

 

Son olarak; ‘Hayat Bazen’ bir ekip işi mi yoksa Cem’in tek başına kotardığı bir belgesel mi oldu?

Cem Hakverdi: Çekimlerini ve kurgusunu tek başına yaptığım, fakat farklı süreçlerde arkadaşlarımın desteğiyle bitirdiğim bir iş oldu. Sinema çok kolektif bir iş. Teknik olarak birçok şeyi kotarabilseniz de bir noktada başka kişilerin uzmanlığından yararlanmak zorundasınız. ‘Hayat Bazen’ sıfır bütçeli bir film. Bazı arkadaşlarım da hiçbir ücret talep etmeden el attılar sağ olsunlar. İpek Kotan ihtiyacım olan bütün metinleri, filmin altyazısı dahil İngilizce’ye çevirdi. Mine Erkaya sesleri düzenledi. Deniz Güngören müzik yaptı ve Volkan Çetin filmin sonundaki krediye el attı. Bu bedavaya çalışan harika bir ekibin işi oldu diyebilirim.

BELGESELİN FRAGMANI

 




Bu haber 10953 defa okunmuştur.

Bozcaada Simyon Bozcaada Pide Salonu

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

bozcaada  bozcaada

bozcaada
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
SON HABER YORUMLARI
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR HABERLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
 YUKARI
   
Otomatik olarak 5 saniye sonra kapanacaktır. Reklamı kapatmak için TIKLAYINIZ