Bugun...
Diyeti bitmeyen insanlar ülkesi


Türkan Çim Işık
turkancim@gmail.com
 
 

Yazmak bu ara oldukça zor. Çünkü ne zaman yazmak istesem aklıma, Soma’da yaşadığımız büyük acı geliyor ve vazgeçiyorum.

Bizim toplumsal trajedilerimizin sayısı o kadar fazla ki bir yandan kanıksadığımızı düşünüyorum. Mesela Silikozis hastaları.

Kot taşlama işinde çalışan ve hepsi Bingöl, Karlıçay nüfusuna kayıtlı 160 kişi aynı zamanda madenci hastalığı da olan bu akciğer hastalığının pençesine düşmüş ve 10 tanesi hemen hayatını kaybetmişti.

Bu bildiğimiz elbette. Bunun yanı sıra yeterince önlem alınmadığı için, İstanbul ve diğer yerlerde baraj, santral, plaza, inşaat, yol vs. çalışmalarında meydana gelen kazalar, yangınlar, göçükler sebebiyle hayatını kaybedenleri takip etmemiz mümkün bile olmuyor.

Tarım işçilerinin katliam gibi trafik kazalarında yaşadıkları, çocuk işçilerin dramı. Tekirdağ, Çorlu tuğla ve kiremit fabrikalarında çalışan köle çocukları kaçımız hatırlıyor? Bu fabrikalar kapandı mı? Bilinmiyor. Depremler esnasında toplu ölümlerin, devlet eliyle yapılmış yurt ve benzeri kurumlar ya da belediyelerce onaylanmış, ancak gerçek denetimden asla geçmeyen yapılarda olduğunu ise hatırlamaya bile gerek yok adeta!

Ancak böyle topyekûn, katliam gibi, saklanamaz bir hal alırsa önemsiyoruz durumu. Onun da ne kadar sürdüğünü daha önceki örnekler gösteriyor. Bir insanın hayatının çok da önemli olmadığını Enerji Bakanı’nın son açıklaması ile ezberledik zaten. 301 ile bu işi kapatırız gibi akla hayale sığmaz bir açıklamaydı.

***

Dünyanın her yerinde işçi emeği ucuz, iş güvenliği yetersizdir. Yıllar evvel Günter Wallraff adlı Alman gazetecinin “En Alttakiler” adında bir araştırmasını okumuştum. 1990’ların başı gibiydi. Almanya’da Türk işçi Ali Sinirlioğlu olarak yaşadıkları üzerinden insan hakları ihlallerini, sömürü ve yok sayılmayı bunun yanında da yabancı düşmanlığını anlatıyordu.

Wallraff, Ali Sinirlioğlu olarak, tanınmış firmalarda, çok ağır işleri, çok az saat ücreti ile yapmak, Alman iş arkadaşlarından eziyet görmek, emniyet önlemleri alınmadan, sosyal haklardan mahrum olarak sigortasız ve çoğu zaman vardiyaları arka arkaya çalışmak zorunda kalıyordu. Alman iş arkadaşları koruma elbiseleri alırken, ona vermiyorlardı. (Örneğin kanal işlerinde ısının sıfır derecenin altında olduğunda) nükleer enerji santrallerinde çalışan Türk işçileri tehlikeli dozda ışınlara maruz kalıyorlardı. Bu çalışanların çoğu, bu insanlık dışı çalışma koşullarına karşı gelemiyorlardı.

Ya kaçak işçi idiler ya da sınır dışı edilmekten korkuyorlardı. Wallraff’ın sağlığı da bu araştırma esnasında, Ali Sinirlioğlu olarak çalışmak zorunda olduğu için, kötü etkilenmişti.

Aklıma yazdıkları geldi. Sonra epey bir zaman evvel İstanbul Habitat projesi esnasında birden yok olan sokak çocukları geldi. “Nöbetleşe Yoksulluk” adında Oğuz Işık çalışması, İletişim Yayınları’nın yanınladığı kitap geldi.

Türkiye’de yoksulluk olgusuna, insanların yoksullukla baş etme stratejilerini ve imkânlarını odak alarak yazılan kitap İstanbul Sultanbeyli üzerinden yapıyordu bu araştırmayı. Bu yazıyı okuyunca kim bilir sizlerin aklına neler gelecek.

Almanya’da olan, en azından yabancı ya da kaçak işçilere yönelik bir durumdu. Korku haklı değildi elbette ancak anlaşılabilinir ve tartışılabilinirdi. Oysa bizde olup biten kendi vatandaşlarımıza bizzat devlet ya da devlet için çalışan taşeron firmaların uyguladığı ayrımcılık, şiddet ve hak ihlalleriydi. Kendi devletinden korkan, hakkı olan güvenlik tedbirlerini, işsiz kalma korkusuyla dile getiremeyenlerin acısı olan biten.

Ve en son örnekte gördük ki bir işçinin canı 3 ton kömürden daha anlamlı değildi. Ağzı açık bir çukurdan, kullanılması gerekli 1 ton demirden, takılması gereken bir emniyet halatından daha anlamlı olmadığı gibi…

Üstelik böyle bir kaybın ardında, bölgedeki bütün işletmeleri kapatılarak, denetime tabi tutulması gerekirken, kömür işçileri aynı madenlerde çalışmaya başlıyor ve devlet buna sesini bile çıkarmıyor şu anda.

***

Bu hep mi böyleydi? Şimdi mi böyle ayırmak güç benim açımdan. Çünkü yıllar evvel askerliğini yapmamış genç birisiyken, Keban Barajı inşaatında kısa bir süre çalışan rahmetli babamın bize anlattıkları sistemin hep en alttakileri ezmek, insanına, kendini değersiz hissettirmek ve onu hayat boyu ruhen, bedenen ezgin bırakmak üzerine kurulu olduğunu gösteriyor.

Bugün yabancı kökenli ev hizmetlileri ve kaçak işçiler ile ilgili bir çalışma yapılsa kim bilir ne büyük trajediler öğreneceğiz.

Acı bir düre sonra hafifleyecek ve yerini sarılması gereken yaralara, alınması gereken önlemlere bırakacak. Ancak bu arada olan bu ve benzeri felaketlerde olduğu gibi ailelere, çocuklara olacak.

***

Dün bir arkadaşımızın oğlunun doğum gününde şöyle bir olaya tanıklık ettim; İstanbul’da çalışan bir arkadaşımızın eşi, çocuklarıyla beraber adada yaşıyor yaz, kış. Çocuklarının bu eğlenceye katılacağını öğrenen baba, işinden izin alıp, çocuklar kendilerini yalnız hissetmesinler diyerek bir günlüğüne adaya gelmişti. Bu çok etkileyici bir davranış bence.

Şimdi Soma’da ve başka yerlerde benzeri eksikliği hisseden çocukların yarasını bu devlet kapatacak mı? 10-15 gün yoğun ilgiye maruz bırakıp, sonra tası tarağı toplayıp, olay yerinden ayrılacak mı?

Zaman gösterecek. Fakat sanırım artık en çok düşünülmesi gereken o çocuklar ve onlara bakmak zorunda kalacak anneler. Çünkü onları da benzer bir gelecek trajedisi bekleyecekse eğer, herkes insanlığından utanır hale gelecek, gelmeli.

Bundan sonra atılacak her adımda o çocuklar düşünülmeli. Umarım bu ödenemez borçların altından kalkar bu devlet, bu siyaset ve ticaret insanları.



Bu yazı 4066 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
Bozcaada Bağcılığı
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Adada zincir market açılması konusunda ne düşünüyorsunuz?


 YUKARI