Bugun...


kostasalto

Hem küçük balıkçıyı hem de denizlerin bereketini nasıl koruruz?
Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi, Bozcaadalı Ethem Özgüven, "Hem küçük balıkçıyı hem de denizlerin bereketini nasıl koruruz?" başlığı ile 'Yesilist'e yazdı...

Mobil Reklam

Hem küçük balıkçıyı hem de denizlerin bereketini nasıl koruruz?
+ -
Bozcaada Bozcaada Haber Madam

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali Koordinatörü ve Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ethem Özgüven, 'yesilist.com'a kaleme aldığı yazıda denizlerimizin ve balıkçılığın sorunlarını ele aldı. 

İşte Özgüven'in o yazısı:

Bu kış Bozcaada kahvesinde ada dışından gelip orada geceleyen iki kaptan arasında geçen bir konuşma:

-Dün gece yalnızca beş bin kasa yapabildik.

Diğer bir kaptan:

-Ben yirmi bin yaptım.

 

Beriki:

-Yahu ben de yirmi bin hedefliyordum.

-İnşallah yarın yaparsın.

-Yaparız, yaparız.

Bir kasanın on kilo civarı balık içerdiği düşünüldüğünde bir gecede avlanan sardalyanın iki yüz bin kiloya karşılık geldiğini hesaplamak çok basit bir matematik işlem. Tek bir gırgır teknesi bu rakamları bir gecede tuttuğunu söyleyebiliyorsa sıklıkla çorak ve çok zengin olmayan bir deniz olarak nitelendirilen Akdeniz’in bile ne kadar büyük bir üretim kabiliyeti olduğu ve insanlık, biyoçeşitlilik ve oksijen üretme anlamında ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Bizim onu ne kadar acımasız sömürdüğümüz de.

Çok sıklıkla yazdığım gibi dünyanın en büyük suçları her gece okyanuslarda, denizlerde balıklara karşı işleniyor. Çünkü onlar ağlayamıyor, bağıramıyor ve haklarını savunamıyor. Akdeniz dediğim gibi bildiğimizden çok kıymetli özellikler barındıran bir ekosistem; en derin yerlerinden biri olan Girit civarında yerleşik bir balina nüfusu, belli yörelerinde hâlâ dünyanın en temiz suları ve biyoçeşitliliği ile.

Tam bu noktada Akdeniz’den ayrılıp bazı bilgiler ve rakamlar paylaşmalıyım. Dünyadaki büyük balıkçı teknelerinde her dört balıktan biri atılır. Ya ezilmiştir ya da süreçteki israf nedeniyle bu rakama ulaşılır. Küçük balıkçıda hiçbir balık boşa gitmez, atılmaz. Hele şimdi… Eskiden iskorpit ya da fener balığını Türk kökenli balıkçılar atarlardı ama Rum balıkçı hiçbir şeyi ziyan etmezdi. Şimdi en küçük bir hanos bile atılamaz bir şey hâline geldi. Dünyadaki toplam balıkçı nüfusunun dörtte üçü küçük balıkçıdır. Ancak avlanan balığın dörtte üçünü büyük balıkçı tekneleri avlar. Bu büyük tekneler küçük balıkçının yüzyıllardır koruduğu avlakları talan ettiği için küçük balıkçının yaşamını sürdürmesi her gün biraz daha güçleşmektedir. Yani balıktan elde edilen gelirin %75 kadarı, balıkçı nüfusunun zengin ve en zarar veren kısmı olan %25’in eline geçmektedir. Adaletsizliğin bu kadarı çok acımasız. Denizlere neredeyse hiç zarar vermeyen küçük balıkçı, balıkçı nüfusunun %75’ini oluştururken gelirin %25’i ile yetinmek zorunda. Muhtemelen bu rakamlar ve oranlar küçük balıkçının aleyhine doğru değişmiştir ve değişmektedir.

Gerçekten de böyle mi? Küçük balıkçı ne kadar masum? Onların içinde küçük bir nüfus da olsa, bazıları sıkıştırma, dinamit, lambayla dalma, ahtapot yuvalarına göztaşı veya deterjan sıkarak hem ahtapotu hem de o yuvayı yok etme, avlanmanın yasak olduğu deniz hıyarı gibi önemli canlıları yok edene kadar avlama gibi eylemlerin içindedir. Buna biraz mecbur da kalmaktadır büyük balıkçının daralttığı yaşam alanını korumak ve geçinebilmek için. Çünkü büyük balıkçı yüzünden her gün biraz daha açığa gitme, biraz daha uzun ağ bırakma, biraz daha oltalı paragat yapma zorundadır. Bugün Ece Limanında iki yüz metre üç yüz metre derinden mercan avlanmakta. Kılıç tamamen bitti. Eskiden limanın azcık açığından otuz kırk kilo balık avlayıp dönerdi küçük balıkçı.

Aslında ekosistemin korunmasında modaların yarattığı bir başka tehlikeden de bahsetmek gerekiyor. Bir olumlu popülerlik ve moda olarak lüferin korunması ile ilgili kampanyaları ele alırsak bunun çok anlamlı olduğunu düşünemiyorum. Bir olumsuz ve yıkıcı popülerlik olarak suşi ele alındığında da bunun ne kadar yıkıcı olduğunu görmek önemli.

Lüferle ilgili kampanya bu balığın avlanmaması gereken boyutta olan küçükleri; sarıkanat, çinekop, hatta söğüt yaprağı ya da defne yaprağı olarak anılan en küçücüklerinin avlanmamasında ve satın alınmamasında mutlaka etkili olmuştur ve bu kampanyanın yapılması yapılmamasından yine de iyidir. Ancak tek bir türü ya da yöreyi koruyamazsınız, ekosistem bir bütün ve zincirdir. Yalnızca lüfer üzerine bir çabalar bütünü bugün Almanya’nın yalnızca Almanları aşılayınca pandemiden kurtulacakları yanılgısına benzer. Tüm dünya aşılanmadan bu çile bitmeyecek. Tüm ekosistem ve balık çeşitliliği korunmadan lüfer de korunamaz.

Suşiye gelecek olursak, Japonlar bunu tüm dünyada moda hâline getirince mavi yüzgeçli orkinos üzerindeki baskı arttı. Bu balık ya avlandı ya da çiftlik dediğimiz alanlara hapsedilip orada büyütüldükten sonra tüketildi ama çok büyük miktarda orkinos doğal zincirden zorla alındı. Düşünün, ortalama iki yüz kilo olan bir balığı doğal zincirden çıkarıyorsunuz. Hiç şüphesiz onun yediği balık nüfusundaki patlama daha küçükler; sardalya, hamsi gibi temel besin kaynakları üzerindeki baskıyı artıracaktır. Zaten küçücük hamsiler balık unu ve yem fabrikaları için tutulduğundan ekosistem ve besin zinciri tamamen mahvolmuş olur böylece. Buna bir de günde yirmi bin kasa sardalya avlamaktan bahseden tek bir gırgır teknesini ekleyin. İşte manzara budur. Suyu temizlemekte çok önemli olan deniz hıyarı gibi canlıların da Uzak Doğu’da afrodizyak olarak popülerleşmesi kimsenin yüzüne bakmadığı bu canlının da kökünü kurutmaktadır. Bu canlının önemine bir başka yazıda değinmem gerekiyor. Bu çirkin ve siyah bir boruya, şnorkele benzeyen canlının önemi başlı başına bir konudur.

Bir diğer büyük tehlike balık çiftlikleridir. Dünyada avlanan balığın %40 kadarının bu çiftliklere yem olarak atıldığı hesaplanmakta. Bir başka deyişle çiftliklerden sonra avlanan balık % 40 artmış. Bu hesabın içinde gizli ve illegal avlanıp kimse görmeden yem yapılan bebek kalamar ve balık yok. Buna ek olarak sığır kemikleri, tavuk ve kanatlı artıkları gibi birçok yeni pandemileri hazırlaması muhtemel madde bu çiftliklerde yem olarak kullanılmaktadır. Yarattıkları çevre kirliliği bir yana, çok ciddi yeni hastalıkların üremesine de neden olan bu çiftliklerin getirdiği en yıkıcı sonuçlardan biri de şudur: Eskiden bir büyük balıkçı teknesi iki-üç santimlik bir sardalya sürüsü gördüğünde çok doğal olarak bu balığı avlamazdı. Şimdi bu da gerektiğinde avlanabiliyor. Çünkü bu da çiftliklere gece yarısı gizlice dökülüyor ve yem oluyor. Esas büyük tehlike ve katliam bu büyümemiş kalamar ve balığın avlanması. Üç yüz ton olacak bir varlığın üç tonken yok edilmesi. Bu küçücük balıkların bir kısmı da kedi köpek maması oluyor ve hayvan severler de bu yemi kullanıyor. Ne yapsınlar ama bu da bir başka paradoks. Kedi ağlayabiliyor ama iki santimlik, üç santimlik milyonlarca hamsi ağlayamıyor. Bu gırgır ve trol (trawl) konusu da başlıbaşına ayrı bir konudur. Bunlar denize sevgiyle yaklaşmaz denizi bitirmek için varlardır. 

Bu yazıda ciddi oranda Türkiye’yi ve bizim içinde bulunduğumuz balıkçılık sisteminin ne kadar acımasız ve kontrolsüz olduğu üzerinde durdum. Hatta küçük balıkçıyı bile eleştirdim. Belki bunun da ötesine geçip, atıyorum, Foça’daki emekli banka müdürünün de kendi amatör teknesiyle şanslı bir gününde otuz kilo mercan tutması da bütün bu yanlışlara eklenebilir. O mercan küçük balıkçının geçimi, iki kilo tut değil mi? Olmaz, fırsatını bulunca kökünü kurutmak gibi bir huyumuz var. İstanbnul Boğazı’nda her gün tutulan kraçaların toplamı düşünüldüğünde de korkutucu rakamlara ulaşılır. 

Ancak Almanya’nın, ABD’nin, Çin’in dev balıkçı gemilerinin yanında oyuncak gibi kalan bir Bandırma gırgır teknesinin Çanakkale Boğaz civarında günde iki yüz ton sardalya tutabildiğinden ve bunun sürdürülemez, sonlu ve acı sonlu bir yaklaşım olduğundan bahsettik. Bu dev gemiler uluslararası sularda, Afrika kıyılarında neler yapıyor, bunların ağlarının büyüklüğü ve birer fabrika gibi her gün tonlarca balığı bir yandan tutup bir yandan da fabrika gibi işlediğini düşünmek bile istemiyor insan. AB ülkeleri Senegal’de ilkokulları boyamak falan gibi saçma sapan bir hediyeyle satın aldıkları yerel yetkililerden aldıkları izinlerle kıyı Senegal balıkçılarının yüzlerce yıldır çok güzel korudukları stokları bitiriyor ve işsiz, balıksız kalan balıkçılar da köle olmak için Libya üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışıyor. Yani denizdeki zulüm ve sömürü karadaki sömürüyü besliyor.

Balıkların da canlı olduğu, acı çektiği artık kesin bir bilgi ve bazı insanlar onların avlanmaması ve yenmemesi gerektiğini düşünüyor ve bu saygı duyulması gereken bir düşünce. Bu noktaya gelene kadar insanlık öncelikle bu katliam şeklindeki avcılığı bitirmek zorunda. Çünkü denizlerin ve biyoçeşitliliğin veya balık çeşitliliğinin, nasıl derseniz deyin, yaşamın artık dayanacak gücü kalmadı. Denizdeki hayata verdiğimiz katkının aldığımız nefesle dolaysız ilişkisi ne zaman anlaşılacak? Cunda’da namusuyla balık avlayan Hasan Tosya kaptanı, Ece Limanı’nda kılıçcı Nurettin Kaptan’ı kısaca küçük balıkçıyı korumak zorundayız. Onun için değil kendimizin ve denizlerin yaşamını korumak buna bağlı olduğu için.

Sevgiyle kalınız.

Ethemozguven.com




Bu haber 1627 defa okunmuştur.

Bozcaada Simyon Bozcaada Pide Salonu

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



FACEBOOK YORUM
Yorum

bozcaada  bozcaada

bozcaada
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
SON HABER YORUMLARI
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR HABERLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
 YUKARI
   
Otomatik olarak 5 saniye sonra kapanacaktır. Reklamı kapatmak için TIKLAYINIZ