İncir reçeli
Sinemalar da muhteşem bir film seyretmiştim. İncir reçeli…
Muhteşem bir başlangıç ve dramatik bir sonla biten çok iyi bir filmdi. Güzel adamızın da birçok yerinde incir ağaçları mevcuttur. Eski ada yerlileri incir ağaçlarını daha çok iki bağ arasında sınır olarak dikermiş. Bunu da Rum vatandaşlardan öğrenmişti.
Çocukluğumuzda bağa gittiğimizde bir sepet alırdık -ki eskiler bilir- kapaklı küçük sepetler olurdu. Çoğumuz hatırlar, altına yemeklik üzümü koyar üstüne de incirleri dizerdik.
Sonra gelen misafirlerin talebiyle domates ve incir reçeli ilgi gördü. İnsanlar para kazanmaya başladı. Normal olarak incir reçeli deli incirden yapılırken yapan ve satan çoğalınca deli incirin yanında yemeklik incirler de daha ham iken talan edilircesine toplanıp reçel yapılmak için tarumar edildi. Bugün artık ağaçlardan incir toplayıp yemek hayal oldu biliyor musunuz?
Uyanın arkadaşlar! Ağaçlar da incir de yok artık, siz boş verin hastalık geldi, mevsimler değişti; bunlar boş laflar. İnsanların para kazanma hırsı bir hastalık gibi büyüyor. Aynen karadutta olduğu gibi. Doğal kekikte olduğu gibi kaya koruğunda olduğu gibi.
Kekikleri kökten koparıp çuvallara dolduruyorlar. Kaya koruğunu şu anda gitseniz bulamazsınız. Her geçen gün paraya yenik düşülüyor. Çoğu otel sahipleri on beş çeşit reçel veriyoruz diye övüne dursun belki seneye o masaya koyacak bir inciriniz olmayacak, karadut yemek için bile bulamayacaksınız.
Çavuş rüzgar gibi geçti gitti. Birkaç festival sonrası karşılardan üzüm getirtip üzüm yarışması düzenlenirse kimse şaşırmasın. Çocuklarımıza sorsak sen ahlat bilir misin diye bilmek imkansız.
Biz ahlat ağaçların altında yemek yer, piknik yapardık. Gölgesinde uyurduk; zamanı gelince meyvesini yerdik. Adamızda ahlat ağaçları da meşhurdu, her bağ sınırlarında ahlat ağaçları sınır görevi görür, altında Mürefte’den üzüm ustaları gelir kasalara üzüm istiflerdi. Sonra ağaçlar kesildi yeni yapılan bağ evlerin şöminelerinde odun oldu. Artık ahlat yemek hayal oldu.
***
Üzüm ustası deyince ayrı bir bölüm açmak lazım. Seksenli yılların başında parkı çalıştırdığımız zamanlardı. Bağbozumu başlayacağı zamanlar Mürefte’den, Şarköy’den ve o yörelerden çavuş üzümünü kasalara istiflemek için ustalar gelirdi. Otellerde konaklar, Hafızın Yeri’nde yemeklerini yerler ara sıra da meyhanelerde ‘bir tek kuş sütü eksik’ üzüm patronları tarafından ağırlanırlardı.
Kamyonlarca üzüm yollanır sadece çavuş üzümünün toplanması yirmi gün, bir ay sürerdi. Bolluk vardı, bereket vardı; üzüm para yapardı. Bağcılar paraları almaya gittiği zaman Londra Oteli’nde kalır Görele Restaurant ve Beyoğlu’nda keyif yapardı. Birkaç gün tatil yapıp bütün senenin yorgunluğunu atarlardı. Şimdi bırakın bir kamyon üzümü ada içinde gelen konuklara satacak üzümün ömrü bile bir hafta gitmiyor. Kuntra bağlarda çürürken yüzüne bakan bile yok; çünkü para etmiyor. Bağlar kökleniyor, şarap haram, günah politikası bizi yüreğimizden vuruyor.
***
Bunlar var olup da elimizdeki kaybettiklerimiz. Bir de sonradan olup sahip çıkamadıklarımız var. Bir zamanlar bir üniversitemiz vardı. Turizm seyahat acenteliği yerleşkesi diye geçerdi. Öğrencilerimiz vardı. Kış nüfusuna hareket getirirdi. Çoğu yazın memleketlerine gitmeyip burada kalırlar çalışıp para kazanırlar ciddi bir iş potansiyeli oluştururlardı. Sonra siyasi çekişmelere kurban ettik. Sudan bahanelerle gittik kendi elimizle Ezine’ye hediye ettik.
Getirmek için yıllarca mücadele etmişken kısa bir sürede sahip çıkamadık, birilerinin egolarına yenik düştük. Duyduk ki üniversite kesin gitmiş, elimizden kayıp karşılara düşüvermiş. aynen adliyede olduğu gibi, telekomda olduğu gibi.
Galiba farkında olamıyoruz ama birileri ocağımıza incir ağacı dikmiş biz hala gaflet uykusundayız. Günü kısa karla kapatma davasındayız. Belki de incirin, kekiğin, ahlatın en önemlisi de çavuş üzümünün ahını aldık farkında bile değiliz.