Miras
Hayat dediğimiz, değişkenler üzerine kurulu bir düzen. Sürekli bir şeyler değişir. Zaman, insanlar, gördüğümüz yüzler, yaşadığımız yerler. Duygularımız, düşüncelerimiz, hislerimiz, beğendiklerimiz ya da beğenmediklerimiz. Sevdiklerimiz, nefret ettiklerimiz ve daha pek çok şey. Tüm bu değişkenler arasında, insanların düzenin tek değişmeyeni olarak kalma çabası, onu aslında değişkenlerin tek sebebi yapar. Çünkü zaman geçtikçe, yaşanılan yerler gelişip imkânlar arttıkça, insanlar da buna ayak uydurmak için ayakta kalırlar. Zaman işler, yıllar geçer, nesiller değişir.
Bozcaada’ da; Kyknos’ un oğlu Tenes, belki de Ege denizinin ona bir lütfu olarak kıyılarına vurup orayı sahiplendiği günden bu yana değişiyor. Akhalar, Pelasglar, Fenikeliler, Atinalılar, Yunanlılar, Persler. Tarihin gördüğü en büyük hükümdarlardan biri olan Büyük İskender’in egemenliği. Pergamon krallığı, Roma ve Doğu Roma dönemleri. Bizans, Venedik ve Cenevizliler arasında gidip gelen iktidar gücü. Osmanlılar ve şimdi (oldukça uzun zamandır) biz. “Biz” den kastım Türkiye.
Yakın zaman önce, Bozcaada Nüfus İşlerinden Zafer (Karadeniz) abimin yardımıyla incelediğim soy kütük kayıtlarımıza göre, dedemin dedesinin ve ailesinin adaya ilk ayak bastığı kayıtlı bilinen tarih 1904. Böyle okuyunca sadece 4 haneli bir sayı. Ama aslında daha fazlası. Bir başka deyişle, Bozcaada bana atalarımdan kalan, içinde, ismini taşıdığım ve tanıyanların “şoför İsmail” olarak bildiği dedemi; babamın, hiç fotoğrafı olmadığı için hayal meyal yüzünü hatırladığı babaannemi, halamın aşkını, babamın çocukluğunu, gençliğini ve anılarını; benim bebekken Tekirbahçe’ de salıncakta, Ayazma sadece kumlardan ibaretken rüzgarda uçan top peşinde, İğdelik yolunda, Katranbolluk’ta fotoğraf karelerinde donan anlarımı, Namazgah meydanındaki çocuk parkında arkadaşlarımla oynarken hissettiğim mutluluklarımı, gençliğimin heyecanlarını, ailemin parçalarını, dostlarımı, dostluklarımı, aşklarımı; kısacası bana dair hemen her şeyi barındıran tam 110 yıllık bir miras. Bu yüzden bu kadar üzerine düşüşüm. Bu yüzden böylesine kopamayışım. Bu yüzden aşktan farksız duygularla bağlanışım.
Babamın bir anısı vardır, anlatır sık sık. Bu duyguları ve bağlılığı besleyen pek çok anısından sadece biridir.
Annesiz ve babasız; sahip çıkıp destek olacak, yol gösterecek kimsesiz, hayatın ve şartların şimdikinden çok daha zor olduğu, adada yaşadığı ama bir evi olmadığı günlerdir. Gündüz şarap fabrikasında şişe mantarlar, akşam tekneyle balığa çıkarmış. “Ne yapacaksın oğlum? Hayat. Para kazanman gerek” der anlatırken. Gece olup tekneler adaya döndüğünde, yük indirildikten sonra herkes evlerine giderken babam küçük kayıkçı limanında kalır, el ayak çekildikten sonra kayıklardan birine girip yatarmış. “Şanslıydım, mevsim kış değildi. Sabaha kadar dalgalar şırıltılarıyla beraber kayığı hafif hafif sallar, o bana ninni gibi gelirdi.” diye anlatır.
Tüm bunları neden anlattım? Bozcaada artık öyle bir noktada ki; yüzünü geçmişe değil geleceğe dönmeli. Birkaç yıl sonra adayla ilgili anılarının büyük kısmını gençlik hatıraları oluşturacak olan insanlar adayı ve kendilerine kazandırdıklarını mutlu anmalı, mutlu anlatmalı. Son zamanlarda adada yaşanan ve ne yazık ki öznesi Bozcaada olmaktan çıkan güç ve iktidar mücadelelerine şahit oldukça, buna dair endişelerim gitgide artıyor. Yazımın başında değindiğim değişkenlerin belki de en önemlilerinden biri olan “öncelikler” kavramının yerini, halihazırda adanın geleceğini belirleyecek insanlar için Bozcaada aldığı gün, belki de içinde benim de çocuğumun olacağı gelecek nesiller için endişelenmeyi bırakabileceğim.
Kendinize iyi bakın. Bol Bozcaadalı günler.